Perşembe, Mart 30, 2006
Ay Tutması
Dün güneş tutulurken aklımdan geçirdiklerimin tutarsızlığı yukarıya kaldırılmış bu başın aslında yere baktığını hatırlattı bana. Yukarı bakmaktan nerdeyse boynum da tutulacaktı Güneş’le beraber.. zaten ne Güneş tam tutuldu Ankara’da, ne de benim boynum.
Güneşle aramıza Ay sokuluyordu yavaş yavaş. “Ben de varım, beni de sevin ulayn, düşünün hep...” der gibiydi. Güneşe kafa tutyordu sanki. Tam da o anda Güneş’i nerdeyse kapatabiliyordu üstelik. Küçük de olsa cüssesi, gücü yetiyordu bir kaç dakika için. Ama yine de kimse “Bakın bakın Güneşi Ay tuttu!” Demiyordu... Güneş kendi tutuldu sanki... Güneşin önündeki karaltıydı o sadece bizler için...
Sonra hava soğudu, sokaktaki hayvanlar anlamsız sesler çıkarmaya başladılar... Anlayamadıkları bir doğa olayıydı bu çünkü... Ürktükleri belliydi. Oysa onlardan da aptal olan fotoselli şehir ışıkları bir bir yanmaya hazırlardı ne olduğunu sorgulama gereği duymadan. İnsan olmanın zevkini yaşadığım o saniyeler biterken, düşünebilme yetimin bütünü dayanılmaz bir küçüklük hissiyle kapladı beni. Belki düşünebiliyor, konuşabiliyor, hatta aşık olabiliyordum ama bu makrokozmik evrende benim kapladığım şu hacim limitin sıfıra giden tarafından başka bişey değildi aslında. Beni aşık olduran bedenimin sanal kısmı değil miydi zaten. Sadece 21 gramdı ruhlarımız bazılarına göre; ama 2 milyon çarpı 10 üzeri 33 gram olan Güneş’ten daha etkiliydi hayatlarımızın anlam kazanması açısından.
Her ne kadar düşünen hayvanlar olduğumuza sevinsem de bugün: “neden olur bu olayın sebebi kurban yav?” diyen minibüsçüye tam cevap verecekken “vallaa Allaan bi mucizesi işte” diye karşılık verdiklerini görünce susmayı yeğledim. Seslerindeki titreme belkide yurdum insanının 11 ağustos tutulması ve 17 agustos depreminden sonra tırsmasına yol açan bu doğa olayının etkilerinden biriydi...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder