Bu metnin;ne kadar da "kayan yazı" olduğunu düşündüren bir görüntüsü var deil mi?....ama hayatta hiçbişey göründüğü gibi değildir......aslında... dikkatli bakarsanız bunun "kaymayan bir yazı" olduğunu göreceğinizi biliyor muydunuz?..............................................lütfen dikkatle bakmaya devam edin.................................................. ve bunun aslında kaymayan bir yazı olduğunu görün....................................................evet,simdi hep birlikte bakışlarımızı, tam olarak bu noktaya davet edelim.............................................................şimdi yavaş yavaş kaymayan bir yazıymış gibi gelmeye başladı deil mi?.................................birazdan bunun gerçekten de kaymayan bir yazı olduğunu siz de göreceksiniz............................................................................kaymayan bir yazı...............................:)))))).........

Pazar, Aralık 17, 2006

Hayattan Tespitler

-Sabahları uyandığımda sesimin daha kalın çıkması resmen hoşuma gidiyo. Şöle bikaç dakka "geyirik mode enabled" durumda konusabiliyorum yattığım yerden :)
-Portakalın kabuğunun içindeki beyaz tabakayı yemeyi seviyorum sanırım.
-Hiç uyuyamıyorum ben uzun yolda otobüslerde yaa.. Bi de nası bi şanssızsam hep sinir bozucu kişiler oluyo etrafımdaki koltuklarda...
-Şu cep telefonlarının çalar saatine "Ertele" fonksiyonunu koyan adamı yakaladığım yerde döverek öldürmek istiyorum.
-Evet, evet...rasta yaptırcam..tamam evet. Evet tamam karar verdim...rasta...
-Gece yarısı bazen çişim gelince tuvalete gitmeye o kadar üşeniyorum ki resmen pencereden işeyesim geliyo...
-Tubitak işletim sistemi geliştirmiş: PARDUS 2007. Helal olsun!
-Şu, yazları yat turları olur ya..içlerinde servis yapan yurdum delikanlıları vardır;hani şu bayan turistlerin ellenmedik yerlerini bırakmayan, esmer, şakacı, kadın ruhundan anlayan gençler..Hah! sinir oluyorum ben onlara.. Düşünsene turisti çekmiş kenara geçmiş arkasına açmış kollarından tutmuş fortluyo adam,
Turist: Excuseme... But?!
Adam: Titanih titanih Yapıyoz Gorgma! ohh miss...
- Bu arada titanik vizyona girip çıkalı tam 10 sene olmuş yaauu... bi de "çocuklar duymasın" diye bi dizi vardı ya o da yayınlanalı beri 6 sene geçmiş.. vay anasını...

-Sentenced grubunun kariyerlerinin zirvesindeyken müziği bırakmış olması hoşuma gitmiyo. Bu sanki kendileri için büyük ama insanlık için küçük bi adım olmuş.
- Bazen çok yalnız hissediyorum kendimi... hem de en az şu kalabalık dünyadaki herkes kadar...

Pazar, Aralık 03, 2006

Hangi Yol Daha Kısa Ki?

Pazartesi sabahları 8:40'da Electronic Circuit Design dersi Labı var tamam mı. Yavuzla Metaksanın ordan yürümeye başlayıp Laba gelişimiz sürecinde geçen anlar bütününde çok stres oluyorum; çünkü genelde geç çıkıyoruz evden ve lab başlar başlamaz quize giriyoruz. Kaç kere geç kalıp quize geç başladığımı bilirim ben. Geçen gene yürüyoruz böle; ama bu defa derse yetişecektik galiba, kütpanenin solundan mı sağından mı gitsek daha yakın olur konusunda anlaşamadık. Ben sağından diyorum o solundan. Yavuz deneyelim sen ordan ben burdan diyince direk çocukluğumdan bi anektod geldi aklıma. Ama abimin anlattığı kadarıyla hatırlıyorum. Şimdi bizim evle okul arasında bi kaç bina vardı ilkokula giderken. Hatta okulun bahçesinde maç yaparken pantolonum falan yırtılsa koşarak eve gidip değiştirebiliyodum.
Neyse...
Evle okul arasında da iki yol vardı tahmin edersiniz ki... Hatta binaların arasından az çok görülebiliyodu diğer yoldan yürüyen bi adam.Bi gün abim: -Gel Sercan deneyelim hangi yoldan daha hızlı gidebiliriz. demişti. Ama herhangi bi iddamız falan yok yani. Bakacaz işte hangisi daha kısaysa o yoldan gidilecek bundan sonra. Okudan çıktık başladık deneye... Yürürken falan bi süre sonra abim bi bakmış benden tarafa, Ben deli gibi koşuyorum karşı yolda... LAN(!) demiş o da başlamış koşmaya :))) Hayır nie koşuyosam...çocuk işte benim gittiğim yol doğru çıkacak ya. Abim ne zaman anlatsa bunu beni hep gülme tutar... Öyle komik bi sinir olmuşlukla anlatıyo ki..
-Biz Deney yapıyoruz Herif koşuyo ordan, Koşmak da ne koşmak... İki ayağı aynanda havada! Nası bi hırsla koşuyosa artık...

Cumartesi, Kasım 25, 2006

Bira Keyfinde ICE Devri - EFES ICE

Şu yabancı dillerden ne kadar etkilendiğimizi geçen gün(bayaa oldu aslında) yeniden anladım. Oturuyoruz bi barda arkadaşlarla.Hani "Efes ice" diye bişey çıkmış ya.. Tadını çok merak ediyodum ondan aldım bi tane içecem. Sözde yapım aşamasında birayı donma derecesine kadar çıkarıp kristalize edip ayrıştırarak biranın acısını almaktalarmış.İdeal içim derecesi sıfır dereceymiş. Bi açıcam, "coss!.." etcek, içerken burnum üşüyecek, gözlerimi kapatıp kendimden geçicem beklentisi içerisindeyken ben tahmin edersiniz ki sidik gibi bişey verdiler elime.:))Anca bildiğin bira kadar soğuk getirmişlerdi ve hayal kırıklığına uğramıştım. Gereksiz bi ürün olduğunu farkettim o anda. Alkol derecesine bakayım bari dedim kaçmış. Çevirdim baktım: "Hacmen %4.2" yazıyodu. Bi an aptallaştım resmen çünkü ben nası okudum bunu:"Hekmen dört nokta iki"
-Hekmen ne ki? dedim.Yavuz, Irmak falan vardı bakalım, nerde yazıyo dediler. Onlar bakarken o anda ben de farkettim tabi durumu. Hacmen yani Hacim olarak evet..Ben de diyorum bi bilgisayar oyunu vardı Pacman diye, onun amca oğlu falan mı ki bu Hacmen :)
Bi de şu Yüksel Caddesinde "HENGAME" diye bi pideci var ya.. Bi keresinde onu da "HENGEYM" diye okumustum. :P :) Aslında komik ama garip de sanki biraz... Etkileniyoruz çok.Neden ingilizce okuyoruz ki mesela okulu ya? Gayet de "resistor" yerine "direnç", "receiver" yerine "alıcı", "sensör" yerine "duyarga" denebilir sanki.

Perşembe, Kasım 02, 2006

Okul Önlükleri

ilkokul önlükleri kadar boktan ikinci bi kıyafet giymedim ben hayatımda. Siyah olanlar hadi biraz karizmaydı da abim okula başladığı gün kapıya yapışıp ağlamıştım okula gidicem ben diye: -GİDİCEEEEEM!!! YAAA BEN DE GİDİCEEEEM!!! (salak işte şimdiki aklım olsa "başlamak için daha çok gencim" diye ağlardım) E ilk kez ayrılıyosun abinden tabi kolay değil. Bizimkiler de baktı olacak gibi değil.Abim 2inci sınıfa başladığı sene ilkokul için bir yaş küçük olduğum bu dönemde okula gitme hususunda ısrarlarım maximusa varınca anaokuluna yazdırmışlar beni. Anaokulundaki ilk günüm ölüm gibiydi. Eve dönüp:
-BU NEE YAA? BEN ABİ
MİNKİ GİBİ YAZMALI OKUL İSTİYORUM YAA!!! diye kızmıştım annemlere. Bütün gün şok olmus bi vaziyette montumu bile çıkarmadan oturmuştum sınıftaki kanepede. Gerçi annem önlüğümü giydirirken kıllanmıştım biraz ama küçüktük işte farkedemedik. Abiminki siyah, asi okul önlüğü benimki kırmızı beyaz pitikareli :P Düşünsene mutfaktaki masaörtüsüyle anaokulu önlüğüm aynıydı..böhüü Anaokulunu sevmeyince ben almışlardı beni annemler geri bi kaç ay sonra. Gerçi fena da olmamıştı; legodan kuş yapmayı öğretmişti bi çocuk bana :)(nası da unutmadıysam bunu) Sonra ilkokul yaşım geldi çattı okula başlayacam, hevesliyim bayaa da. Önlük almaya gittik. KÜT! Mavi... abi önlükler eskiden siyahtı ne güzel ya. Özeniyoduk biz onlara. Biz bi başladık mavi oldu. Bir anda kendime saygımı yitirdim ben. 3 ay kendime gelemedim. Şirinler gibi gezmeye başladık bahçede mavi mavi... Hayır mavi de mavi olsa! Mavi desen diil, lacivert desen diil... Boktan bi renk. Haa bak şimdi hatırladım ben bi de bu önlüklerin yakasına fitil olurdum. Bi türlü ilikleyemezdim. Annem iliklerdi benim yakamı hep. Hatta bigün birinci sınıftayken örtmenimiz sınıfta önlüğünü ilk kim giyebilecek yarışması yapmıştı. 5 kişi, çıkardı bizi tahtaya. Önce çıkardık üstümüzdekileri sonra kronometre eşliğinde başladık giyinmeye. İlk ben giyinmiştim ama sonuncu olmustum sırf bu yakamı ilikleyemediğimden... üff yaa...hoca da sapıkmış resmen bulmuş küçücük çocukları soyundurmuş. kendi çapında fantazi ohhh..

Pazar, Ekim 22, 2006

karneni alınca bulutlara bak...

O zamanlar ortaokuldaydım... Okullar kapanalı tam bi hafta olmuş. Bu tatil dolu bir haftanın sonunda okula gidip karnelerimizi almamız gerekiyodu. Bindim dolmuşa, gidiyorum okula; arka dörlünün bi önüne, cam kenarına oturdum. "Para uzatmak" diye tabir ettiğimiz, hayatta en sinir bozucu bulduğum seylerden biri olan bu dertten uzak olayım diye arkası boş olsa, herzamanki gibi oraya oturacaktım tabi... Hayır bi de anlamazsın ya böle:
-Neresi?
-sqaskfahil (ilk söylenişte imkansızdır anlamak. Bi daha sorasın)
-neresi neresi?
-sasqfahtin ( gene anlamassın genelde ve ersin karabulut'un da yaptığı gibi öndekine uzatırken parayı, aynı sesi çıkarırsın)
-şurdan bi sasqfahting uzatırmısınız?
-ney?
-sqaskfahiğl. :)

Adam bi daha "neresi diyosunuz anlamadım" derse sıçtın. arkaya bi daha dönülür "pardon neresiydi?" denir falan..neyse eziyettir işte bu iş bildiğin.
Sonra dolmuş giderken böle artık birbirlerinin ne dediğini anlayamayanların kendini geri zekalı hissetmeye başladığı anda bi teyze bindi dolmuşa.
Yanıma oturdu... Başladı muabbete. Bi de saf oluyo insan o yaşlarda. Kadın soruyo, sen cevap veriyosun mal mal...
-Okula gidiyo musun bakalım sen?
-Gidiyorum.
-Kaça gidiyosun?
-orta bir.
-Aldın mı karneni, nası geldi karnen?
-Daha gelmedi..şimdi onu almaya gidiyorum zaten...
-Hmmm...İnşalla çok güzel gelir karnen. Alınca gökyüzüne bak olur mu? Bulutlara bak ki ben de bakayım ve anlıyım karneni aldığını..
(Niye bakyorum lan bulutlara?! manyağa bak! ne saçma...)
-tmm bakarım teyze.
Karneyi aldığımda ne kadar gereksiz ya da mantıksız da bulsam istem dışı bakıverdim bi kaç saniye bulutlara.. Ne saçma halbuki..
Kadın da hasta ruhluymuş resmen ya. Piskolojimi bozdu. Unutmadım hala...

Perşembe, Ekim 12, 2006

kapı aralığında tırmanmak

Ayaklarımızı iki yana açıp, ellerimizi de karşılıklı kenarlara koyarak kapı
aralığında yukarı tırmanırdık.. ya da annemlerin yatağında zıplayıp, parende atardık..
Koridorda çoraptan yaptığımız futbol topuyla "tekvuruş" oynar ya da babamla güreşirken
birimiz ezilme tehlikesi atlatmaktaysa onu kurtarmak için kendimizi feda ederdik abimle ben.
Çocukken bi abiyle yapılabilecek en güzel sosyal aktivitelerdendi bunlar benim için.. :P

Bi gün annanemlerdeyiz gene böle hayattaki en büyük sorumluluğumun karşıdan karşıya geçerken annemin elinden tutmak olduğu yaşlarımdayken ben;
Abimle sıkıldık... Kuzeni de aldık, evde sık sık yaptığımız sosyal aktivitemiz "kapı aralığında tırmanmak" aktivitemizi gerçekleştirmeye
başladık. Bu aktiviteyi hepiniz küçükken denemiştir kesin.
Aktivite Kısaca Şöyle yapılıyo..:
Şimdi önce özenle çoraplar çıkarılır. Ayaklar terlemişse halıya sürterek kurulanır ve herhangi iki odayı birbirine bağlayan bi kapı eşiğine geçilip, en tepeye kadar tırmanılır.Her ne kadar ellerin ve ayakların "vcııııyk" sesi eşliğinde kayarak seni aşağa doğru sürüklese de Orda kalınmaya çalışılır...
Biz abim kuzen ben böle eğleniyoruz, kendimizden geçmişiz...Tam bizim kuzen tepede. Dayım gördü ve aynen şöyle dedi:
"Ordan düşüp de ağlarsan bi de ben döverim seni!" diye.. Sora kuzen korkup titremeye başlayınca küt düştü yere.. Ağlıycak ağlayamıyo..
Ikınarak "Bıgıı" ve benzeri sözcükler çıkartıyo ağzından.. Sonra dayım bastırmaya devam etti:
"Çükünden tavana asarım seni bak!.."
Yazık lan çocuğa! O yaşta gerçek sanıyo insan bunları...

Pazar, Ekim 01, 2006

Evet, Elektronik Okuyorum... Ne var?

Bizim bölüm insanları çok ilginç olur yaa...
Mesela biz birbirmize küfredeceğimiz zaman "Kapasitör Kafaa!!" ya da "Diyod Akımııı!" diye bağrırız. Ama bi sor neden? "İdiot" = " idiode " tur çünkü... Kapasitör de dolup boşalabilen bi aygıttır ya, o bakımdan...
O diil de; bizim bölüm öğrencilerinin, kampüste ayırdedilebilmesi en kolay yağmur yağarken olur. Şöyleki:
Normal bi insanda durum şuyken:
Bizim bölüm insanları şu vaziyette kaçar yağmurdan:Şimdi bizim bi IEEE topluluğu var, Institude of Electric Electronic Engineers diye. Bunun Öğrenci kolundan bi arkadaş üye toplamak için afiş hazırlamış. Okulun bütün binalarına asmışlar falan... Afişi bi gördük; şey yazıyo"IEEE 'YE ÜYE OLUN SOSYALLEŞİN" eheheh...
Tabi bütün okul dalga geçmeye başlamış bizim afişlerle. Olay nası bi ironikse, biz de afişin günü geçtikten hemen sonra EE'ci olduğumuzu belli etmeden geri toplamaya başladık afişleri :)

Bizim hocalar da bi garip... "Sen EE'cisin, Sen yaparsın!" diye bi laf öğrenmişler, durmadan onu söyleyip, dayıyolar ödevleri,quizleri, kol gibi sınavları...
- Neyi yaparım?! Yapamıyom lan işte! Alla Allaaa... Yani yapıyorum da... yani..işte anladın sen..

Geçen Mizah Klübü tanışma toplantımız vardı. Penguende çizeceğimi duyunca salonda yeni üyelerden yükselen "Kim, Kimmiş, Kim?" sesleri eşliğinde bana hayretle bakan gözlerin arasında buldum kendimi. Sevindirik oldum tabi haliyle (alt tarafı yumurtalar'da basacaklar halbuki)... Fakat toplantının sonrasında bi kızla şöyle bi diyalog yaşadık:
-Ya ben birinci sınıfa yeni geçtim de bilmiyorum vakit ayırabilcek miyim bu mizah işine...
-Ayırırsın ya nolacak... Ben elektronik okuyorum mesela hiç problem olmuyo...
-Elektronik mi? Hadi yaa... Geçmiş olsun!
-NE GEÇMİŞ OLSUN LAN! SENSİN GEÇMİŞ OLSUN! demedim tabi...
şöyle dedim onun yerine:
-Eheh... saol.
(O an bi sinirlenmiştim ama belli etmedim. Şimdi düşünüyorum da, harbi yaa yazık lan bana. :P)


Derginin Kapısındaki Komik Şeyler

NOT: Resme yazıyı okuduktan sonra bakın ki yazı anlamını yitirmesin.

Geçen haftasonu bindim otobüse İstanbul'a gittim. Penguen dergisiyle görüşecem, çizimlerimi gösterecem diye;

Gitmeden önce de Osman diye bi arkadaş var CS'ten; o gitmişti dergi binasına yazın, ona sordum:
-Abi nası gidiliyo şimdi?
- İstiklalden giderken sola dönüyosun, karakolu görünce bi daha sola dönüyosun. Zaten Lombak, Penguen,Kemik falan hep aynı binada. Binanın duvarına da komik şeyler yazmışlar.
-Hadi ya? Ne yazmışlar ki?
-Gidince okursun işte. Ama harbi komik şeyler yazmış adamlar yaa...
Neyse ertesi gün gittim istiklale, buldum binayı, merak da ediyorum ne yazmış olabilirler ki bu kadar komik diye,içim içimi yiyo...
Tam da o anda aynen şu yazıyla karşı karşıya kaldım:


"KOMİK ŞEYLER YAYINCILIK"

Ağlamak istiyorum Osman... :)))

Cumartesi, Eylül 02, 2006

KOĞUŞ KALK !!!

Gece yatmadan sabah zamanında kalkabilmek için kurduğum, o çok güvendiğim çalar saatime sabah beni uyandırmaya başladığı an küfretmeye başlarım. Çıkardığı ses melodik olmadığı gibi hiçbir şevkat öğesi de içermiyor. Bodoslama uyandırıyo insanı. Yani "Sen benim için önemsizsin, odada kim olsa böyle uyandırırdım ki ben zaten." diye bağıra bağıra kulağıma sokuyor bu acı gerçeği. Eskiden ne güzel annem uyandırırdı beni. Yavaşça kapıyı açar "Sercaan hadi yavrum, kalk artık..." derdi usulca. Sesindeki incelik, söyleyişindeki melodi anne şevkatiyle birleşip; ben küçükken geceleri televizyon karşısında uyuya kaldığımda söylediği "Hadi yavrum kak yerine yat!.." cümlesiyle aynı tınıdaydı ve güne iyi başlamamı sağlardı şüphesiz. Gerçi insan bi süre sonra "Hadi yavrum kalk artık" cümlesinin "Hadi yavrum" kısmında uyanmaya başladığı için, anne şahsından bu iki kelimeyi ard arda duyunca anlatması güç bi "gıcık olma" güdüsü bütün bedenini kaplayıveriyor. Yine de bu ses tonunu sabah kalkarken çalar saatimin yalnızlığımı yüzüme vuran iğrenç bağırtısına tercih ederim.
Ama bu yaz tatilinde öğrendiğim şeylerden biri de insan sesini dijital sese her zaman yeğlemiyeceğimdir. "Yaa n'olur babam uyandırmasın beni... N'oolur!" diyerek gözlerimi açtığım an tavana bakmak ve "neden yaşıyoruz ki?" ya da "hayat artık bana anlamsız geliyor" tarzı intihar mektuplarının ana düşünce cümlesi olmaya hak kazanmış cümleleri aklından geçirmek ailemle yaptığım 15 günlük Didim tatilinde değişik duyguları birarada yaşamama neden oldu. Yaa bir insan neden tatilde her sabah 8'de uyandırılır ki? Üstelik kapının ardından ve bağırarak... Evet kışın bu durumun pek farkında olmasam da tatil zamanı babamın emekli bir subay olduğunu hatırlamam çok uzun sürmedi.
Freud'un da dediği gibi ilkel toplumlarda çocuklar, aynı zamanda babaları da olan liderlerini ne kadar sevseler de otoriteye karşı gelme içgüdüsüyle birleşip liderlerine çok pis dalma eğilimi gösterirlerdi. :) tabi biz yeterince ilkel olmadığımız için ve can güvenliğim açısından bu işi konuşarak halletmekte fayda görüyorum...

Salı, Ağustos 22, 2006

Sus Bakiiim! Hııı...


Geçen gün arkadaşlarla Armada'ya gittik. Maksat Selçuk'un doğum gününü kutlamak. Önce sinamaya gireriz, sonra da belki oturup bişeyler yeriz diyoduk. Sinemayı beklerken de ordaki atari salonuna girdik. İçerdeki yaş ortalaması resmen 9'du yaa. Bu rakamı bu kadar yükseltenler de bizdik ya neyse... Biz kimseyi takmadan oynadık eğlendik tabi ama bizi takanlar oldu sanırım biraz. Jeton alacam. Gittim kadına
- 5 jeton alabilir miyim? dedim.

- Bi dakka bi dakka ya! Sıra var görmüyo musun? diye en hiddetlisinden cevap verdi görevli kadın. Hayır ne bağrıyosun ki yani. Görmedik belki alla allaaa... dövseydin bi de.
Neyse ordan çıktık saate bi baktım hala yarım saat var filme. Oturduk soğuk bişeyler içelim diye. Biz içiyoruz böle serin serin.. Bi yandan da demin kuponlarla kazandığımız stres topuyla oynuyoruz kendimizden geçmiş bi vaziyette... Tam o sırada top düşüverdi. Ama kendi düştü.. kendiliğinden. Biz düşürmedik yani. Öle duruyoduk.. Bi baktık top atlıyo masadan aşağa. Yuvarlandı yuvarlandı bi ablanın ayağının altında durdu. Karşısında da böle yaşlımsı bi teyze. Yavuz kıza yöneldi:

- Ağanızın altında top var. Verebilir misiniz? dedi
- KENDİN EĞİLİP ALLSANAA!!! diye teyzeden bi karşılık alınca Yavuz da
- Tamam alırım da ne bağırısoyusun ki dedi. Sonra teyze bi hiddetlendi bi bişey oldu böle bi sesini daha da yükseltip:
- Sus bakiim. Hıııı!!! deyince biz bi şaşırdık.
Öle deyince Selçuk kafasındaki komik karton doğum günü şapkasını tamamen unutmuş bi vaziyette döndü arkasını - Sen ne diyosun ya! falan diye çıkıştı kadına. Kafadaki şapka da olmasaymış...
-
Bak hala konusuyo..Hıııı! Sus bakim! Güvenliği çağartıp attırırım sizi burdan..
Sonra Adnan
- Etrafa negatif enerji yayıyosunuz. deyince kadın:
- Senin annen var mı? Konusuyosun ordan var mı annen senin ?
Ben dedim orda adnan kalkıp öldürecek karıyı.. Sonra yan masadan

- Arkadaşlar takmayın ağırdan alın. gibi tavsiyeler de aldıktan sonra sustuk biz. Teyze hala baağrıyo ama var ya
- Sus bakiim! Hıııı
Hayır neden benim karşılaştığım bütün teyzeler böyle çatlak oluyo ki onu anlamıyorum. Yok mu şöle tonton teyzeler yaa...
Sonra kalktık sinemaya gittik ama giderken böle bizim yaşlarda bi tip birimizin omzuna falan çarpsa adamı ordavar yaaa..off düşünmek bile istemiyorum. Adamı resmen fiziksel şiddete maruz bırakırdık.Hani Organize işler'de Cem Yılmaz ın oynadığı karaktere göre iki türlü dayak vardı: normal dayak ve yaratıcı dayak.Hah işte bizim ki yaratıcı olan olurdu sanırım. Allahtan karşımıza kimse çıkmadı da filmimizi izleyip evlere dağıldık.

Pazar, Ağustos 13, 2006

13 AĞUSTOS

Evet bugün bir arkadaşım hatırlattıktan sonra bütün gün günün anlam ve önemini sordum durdum insanlara.. Aldığım cevapların hiçbirini beğenmedim.

-Hayat artık anlamsız geliyo bana be abi...
-Lan bi git.. death dinleme sen artık olum bence.

-Bi gün dediğin nedir ki şu koskoca insan hayatında torunum.. Yarın ölsek, bugünün anlamı çok büyük olurdu heralde dimi..
-Neyse anneane ya görüşürüz hadi.
-inşallah çocuum..
[-inşallah mıı.. :S (kafayı yicem ya off)]

- Benim doum günüüüm..ehi!!
- Dimi ben de onu şeyetcektim tam.. evet.

Şimdi günün anlam ve önemini açıklıyorum arkadaşlar bugün:
""13 AĞUSTOS DÜNYA SOLAKLAR GÜNÜ""
Ve gizli solak örgütümüz sayesinde bir gün dünyayı ele geçireceğimizi belgelemiş durumdayız.Ama tanıdıklar hemen tırsmasın. Size kıyak yapabilirim belki. Dernekteki forsumukullanıp sizin en geniş zindanlarda beslenmenizi sağlayabilirim diye umuyorum.

Çarşamba, Ağustos 09, 2006

ÜÜÜÜĞĞBAAAEE

Eskiden böle araba kornaları vardı, bilenler hatırlar.. "ÜÜÜÜĞĞĞBAAA" diye öterdi hani.
İlkokuldayken de kalem kutuları direksiyon şeklinde tutulup arabacılık oynanırken
bu ses çıkarılırdı. Yani en azından benim çevremdeki coşkun güruh öle yapardı. "Kalem Kutusu"
dedim de... bi de böle bişey vardı dimi yaa?! "Kalem kutusu" puahahhah. Böle kalem koyardık içine..
Ben pek sevmezdim ortalıkta elinde kalem kutusuyla koşuşturup "ÜÜÜğğğĞĞĞbBAAA" diye
bağarmayı ama dışlanmamak uğruna hiç denemedim de değil. Neyse,
İlkokul 2'inci sınıftayken Güven İlkokulundaydım. Bizim sınıfta bi ikili vardı. Aynı
şeyler gibi, hımmm... Steinback'in George ve Lennie’ni, ya da Walt Disney'in
Darkwingduck'ı ve Launchpad'i gibi bi ikili işte.. ne kadar anlatabildim bilmiyorum.
Yani Arif Erdem ve Hakan Şükür gibi ya da Fred ve Barni gibi değillerdi, Erman Toroglu ve Sansal Buyuka, Cenk ve Erdem Beyler ya da Shrek ve Eşek gibi de değillerdi işte, nası diyim böle Karl Malone ve John Stockton vari bi ikili...
Neyse işte bigün tenefüste bunlar bahçede "üübaa" oynarken ben de mülayim bir vatandaş olarak kendi yolumda ilerliyordum.
İri ve aptal olanı bana dooru hızlıca koşmaya başlayıp "üüübaaa!!!" diye haykırarak gelip karnıma vurmuştu kalem kutusuyla.
-URNGH!
Karnımda hissettiğim acı inanılmazdı. Tüm sinirlerim yanıyordu, karburgalarım çatlamıştı belki de. Acıyla kafamı kaldırıp çocuğun suratına anlamlı anlamlı baktım. Aynen şöyle dedi:
-Korna çaldık ya...
Minyon olan verdiği direktifin yerine geldiğini görmenin verdiği hazla sırıtıyordu pişkin pişkin. Ama görmediği bişey vardı.
Tam da o anda arkasından geçen 5'inci sınıf öğrencilerinden biri ağbimdi.Ben kıvranırken yaklaşıp:
-Noluyo burda?! dedi
Minyon olan hemen:
- Şey biz üba oynuyoduk da abi.
- Naapıyodunuz, napıyodunuz?
- Üba oynuyoduk.
- Üba mıı?

- Üba.

(Artık abimin arkadaşı dayanamayıp)
- Yürüyün gidin lan burdan! deyince çocuk uçan tekme atmaya falan çalışmıştı da pis bi dayak yemişti abimlerden. Sonra da "arkam" olduğunu gördüğü için bana
yakın davranmaya başlamıştı. Nitekim bir dönem sonra biz gene taşınmıştık ordan da...

Salı, Ağustos 01, 2006

Defter Kaplamak

Bi keresinde "Defter Kaplamak" sorunu yaşamıştım ben küçükken tayinler yüzünden sık sık okul değiştirdiğimizden dolayı. Annem kaplardı benim defterlerimi hep. Ben de bant hazırlardım anneme bi işe yaramanın verdiği hazla. Bi de defteri dik tutmaya yarardım annem bantları yapıştırırken :))
Burda sorun olan bu kısım değildi tabi... Sorun, eski okulumdan geldiğimde defterlerimin kırmızı saydamsı bir kap kağıdından kaplanmış olmasıydı. Bi gün çıkardım defterlerimi tenefüste masama koyuyorum bi grup dövülesi çocuk parmaklarıyla beni göstererek:
-EHEHHE KIIIIZ KIIIZ KIIIZ!!!
HAHAHAHEHE HEHEHHUAUA KIIIIZ
diye dalga geçmeye başlamıştı. Önce şaşırmış, sonra çok üzülmüştüm. Halbuki o ana kadar gözüme kötü görünmüyodu kap kağıtlarım. Önceki okulumda hiç kimse dalga geçmemişti çünkü. Meğer bu okulda öğretmen kız çocuklarına kırmızı saydamsı kapla, erkek çocuklarına da mavi saydamsı kapla kaplamalarını söylemiş. Ben ne bileyim, zaten yeni gelmişim salak salak bakıyorum etrafıma... Ama onlar gülerken aklımdan geçirdiğim bir şey daha vardı. Hayat boyu unutamayacağım bir şey. Önceki okulumda bir gün bir arkadaşım defterlerini gaste kağıdıyla kaplayıp gelmişti okula. Ben sanatçı ruhumla gaste kağıdının defterler üzerinde ne kadar da güzel göründüğünü, yarın ben de anneme söyleyip yapmalıyımı düşünürken bi grup yaramaz geçinen çocuk onla dalga geçmeye başlamıştı bile:
-FAAAKİR FAAAKİİİR!!!
O da hıçkıra hıçkıra ağlamış, yırtmıştı bütün defter kaplarını.. Bi de annesinden dayak yemiştir evde bu yüzden... Ben de vazgeçmiştim gasteyle kaplamaktan defterlerimi tabi olayı anlayınca biraz geç de olsa.
Çocuklar fazla acımasız oluyolar galiba o yaşlarda. Aynı sınıfta bi tarafta su geçirmez saatiyle sana hava atan bi çocukla "tavşan kaç tazı tut" oynarken diğer tarafta defter kabına bile para harcayamayan çocukla "kutu kutu pense" oynuyosun, ve hiç bi zaman bilmiyosun akıllarından neler geçtiğini biraz büyüyüp olgunlaşmadıkça zaman. Hayat pis bi olgu sanırım...ve sanki artık benim için yeterince olgunlaştı zaman.

M Harfi

Ben çocukken zaman bir sümüklü böcekti. Şimdi ise bir tazı. Her geçen yıl aklımda topu topu bir saatmiş gibi kalıyor artık. Ve her yıl düzenli olarak git gide azalan bir dizinin rakamları gibi bir önceki yıldan daha çabuk geliyor.
İlk okul birinci sınıfta harfleri öğrenirken öğretmen tahtaya bir örnek çizer ve sonra öğrenciler de ona bakıp bakıp defterlerine çizmeye çalışır ya o harfleri... hatta harflerden önce ///// (slash) çizersin sayflarca.. ev ödevindir o senin çünkü belki de...
Şimdi hayat daha zor sanırım. Ya da ben eskisi kadar verimli kullanmıyorum zamanı. Birileri devam ederken bişeyler yapmaya ben tuvalet izni almışım sanki, mal mal işiyorum pisuara. Ve birileri benden daha fazlayaşıyor bu süreçte. Ben vakit öldürürken, onlar o vakti kullanıyor. Aynı birinci sınıfta "M" harfini tuvalete gittiğim için yanlış öğrendiğim gibi.. Hiç unutmam "L" harfindeydik, çişim geldi.İzin istedim çıktım. Döndüğümde M'yi çizmeye çoktan başlamıştı herkes. Ben sırf bu yüzden hala yamuk çizerim M'yi. Eheheh çişim gelmiş yaaa, salak ben! :))

Perşembe, Temmuz 13, 2006

Abiyle Kavga Sonlandırma Sorunsalı

Hani kavgaların “laf sokma aşaması” vardır ya.. İşte o süreçten sonra artık biri altta kaldığını sezerse önce itişmeler başlar, sonra yumruklar girer devreye dimi... Biz abimle o raddeye gelmeden annem tarafından durdurulurduk tabi. Bazen durduramazdı da bildiğin kavga ederdik..bi de döner ona kızardık sen kızıştırıyosun diye; bu sefer de "terlikle" kovalardı bizi annem. Biz de yetişemiyo diye ranzanın üst katına kaçar ya da yatağın altına saklanırdık.. Canım annem ya yakalasa da vurmazdı hiç... üstüne bi de öpmeye falan kalkardı... Annem de bi ilginç..
Neyse işte; henüz kavgada en son lafı söyleyenin kavgadan galip ayrıldığını sandığım bu çağlardayken ben, çevremde bu konuda kendimi hayli geliştirebileceğim, kavga edilinebilitesi yüksek bir tek şahıs vardı: Abim :)

Ben hep yenilen taraf olurdum belki evet; ama düşe kalka öğreniyo insan tabi.. Küçüklük dönemlerime ait bu yoğun tartışmalarımızın sonlarıysa hep şöyle gelişirdi: Son sözü söyleyen galip olacak ya hani :)
-Tamam konusma artık ya!
-Sen de konuşma...
-Kes
-Sus
-Ya kes diyorum sana bak!
-Eeaah
-Bak Sercaan...
-Şşş...
-Adam hala şşş diyo ya!
-
Şşşşşşşş...
-Sussana beeeaaa!
-
Yav sustuk işte alla allaaa..
-SUUUUUSSSS!!!
-Sen sus bi
- YAU üffff yau...üüffff......nçh nçh nçh nçh
- ne cık cık cık?!...
-...
-...
diye biri vazgeçmediği sürece sonsuza dek sürüp gidebilecek bir son... ya da yeni bir kavganın başlangıcı :)
Yaratıcılığımı geliştirmiştir valla bu kavgalar :P ehuehehe

Salı, Temmuz 11, 2006

Nagihan ilk kopya çekişim ve ilk dallamalığım

İlkokul birinci sınıfı Edirne’de Şehit Asım İlkokulu'nda okumustum. Çok tatlı bi sınıf öğretmenimiz vardı.
Sınav oluyoruz şimdi; Ben de yapamadım bişeyi, nası yazılıyodu hatırlayamadım mı bişey oldu. Sol ön çaprazda Nagihan oturuyodu:
-Şşşt! Ali ata bak nası yazılıyodu? Şşştt! dedim.
-sajksaphia (Artık bi şekilde söyledi bana nası söyleyebildi bilmiyorum ama anlayıp yazmıştım hemen.)
Aradan bi kaç dakka geçti. Bu sefer o bana bişey sordu:
-Sercaan..şu nası oluyodu,bişey bişey?
-Söylemem.
-Yaa.. ama ben sana söylemiştiim..
-Naapıyım söylemeseydin.
Çok şerefsizmişim yaa... Nefret ettim kendimden. Bahse varım o kız hayatında bi daha kimseye kopya vermemiştir. Kız bi de hoşuma gidiyodu benim. Unutamadım hala bak...Sonra tam ben ikinci sınıfa geçtim biz taşındık Edirneden..bi daha da görmedim Nagihan’ı...

Dostum İstanbul


İstanbul’daydım haftasonu.
Hem mutlu etti beni hem durağan zamanın içinden çıkmamı sağladı. Tatilde olduğumu hatırladım birden. Ama bi yandan da hüzünlendim halime. Bana asla gerçekleşmeyecek hayalleri kurmayı öğreten sokakları hatırladım, sırtı bana dönük onlarca insan sokaklarda, birbirinden habersiz onlarca farklı hayat... Hepsinin farklı dertleri var. Pier Loti’de denize karşı oturmuş, uzaklara dalmışlar, martılarla paylaşabildikleri dertleri, denize haykırabildikleri umutsuz aşkları var, benim gibi değil hiçbiri…benim gibi değil…
Bira içerken üstünden süzülen martılar var istanbulda… ve hayallerin var kurabileceğin yüzündeki serinliği hissettiğinde denizden gelen esintinin kokusunu derin derin çekerken içine…
Kaç gündür deli gibi içkiye vermiştim kendimi ankarada.. ii geldi Istanbul.. dertleştik biraz açıldım.. evet, evet ii geldi İstanbul. Önce "Hadi gidin kardeşle oynayın parkta" dedi boğaz köprüsü, sonra galata kulesi kız kulesine olan platonik aşkını itiraf etti bana.. Görüyomuş ama yanına gidemiyomuş. "anlıyorum seni" dedim... "anlıyorum". Sonra da Jonathan Livingston'u gördüm havada sendelerken. Vapurdan ona ekmek attım, yakalayamadı... olsun. Nemo yedi ekmeği sonra...

Cuma, Temmuz 07, 2006

Mühendis vs Kısrak

Geçen ay Milliyet'te bi haber okumuştum. Bu konuda bişeyler yazayım dedim durdum günlerdir ama bu konuyla ilgili hiç bi anım yoktu.. umarım da olmaz :) Ama haber o kadar trajikomik ki zaten bu konuda komik bi anım olmasına gerek olmadığına karar verdim en sonunda.Haber Can Dündar'ın köşesine şöyle yansımıştı:
"-Geçen ay Abant'ta bir mühendis, kiraladığı Ceylan adlı kısrağa tecavüz ederken yakalandı.
-At sahibinin takibi sonucu iş üstünde yakalanan mühendis, "hayvana cinsel istismar" suçlamasıyla gözaltına alındı.
-Bolu Hayvanları Koruma Derneği üyeleri, Ceylan'ı ziyaret edip şeker verdiler, "insanlık adına" attan özür dilediler, satılmasını engellediler.
-Dernek üyesi bir kadın olay yerinde, "Utanıyorum atın gözlerine bakmaya" diye başlayan bir şiir okudu. "
Dernek üyeleri de bi manyak ya...

O deil de;
Kardeşim anladık sen makine mühendisisin, yıllarca kızsız ortamlarda bulunmuşsun, erkekçi olmayayım diye çaba harcamışsın,güç sarfetmişsin bu süreçte.. tamam ama o kadar da deil be kardeşim! Hayır bana gelip desen ki "Atı çok beğendim" ya da "Biz birbirimizi seviyoruz." falan anlarım. Gidip tecavüz etmişsin be abi!. Hadi onu da anladık da.. haberlerde "mühendislerimizin hali bu mu?" diye geçti olay... Biz de okuyoruz, biz de mühendis olacaz...yapmayın gözünüzü seveyim. Noluyo?

Pazartesi, Temmuz 03, 2006

İKS(X) Mİ? ÇARPI(X) MI?

2 sene öncesiydi...Üniverste 1, Electronics101 dersindeyiz. Ders geniş lablarda geçiyo.. bi de tahta koymuşlar hoca birşeyler anlatırsa diye... Onu da oturduğunuz her yerden görmeniz mümkün olmuyo tabi, kocaman bi mekan.. Sütunlar falan var bi de işte inşaat gereği... Hoca da bu probleme çözümü bulmuş tahtada bişeyler anlatacağı zaman herkesin sandalyesiyle yaklaşmasını istiyo işte. Ben de oturmuşum en arkalarda bi yere, önceki gecenin uykusuzluğunun da verdiği dingin, mülayim bakışlarla hocayı dinliyorum...
- SEN!? Dedi
Tahtada ne yazıyo?
Ben kalktım ayağa sağa bi adım attım, kafayı da hafif eğip önümdeki sütunu görüş alanımdan çıkararak baktım; tahtanın sol alt köşesine küçük bi x çizmiş.
- İks.. dedim
(ama bi kıllandım da hani.. lan yoksa çarpı işareti mi deseydik diye..)
- Peki dedi hoca.
Sonra sol yanımdaki çocuğu işaret ederek
- Sen söle bakalım tahtada ne yazıyo?
Çocuk da kıllandı tabi benim gibi .. “ulan var bi bokluk bu soruda ama hadi bakalım” modunda iki adım attı sağa eğildi meğildi baktı kafayı kaldırdı:
- İks hocam dedi. Hani yanlış cevap da olsa iki kişi olalım tırsaklığı mı bürüdü çocuğu artık bilimyorum.
Hoca “tamam otur” dedi. Bu sefer de sağ yanımdaki çocuğa dönüp
-Sen söyle ne yazıyor tahtada?
Adam kalktı, şöyle kafayı sağa eğdi hafiften, hocanın bizim cevaplara verdiği hoşnutsuz tavırdan da etkilenmiş olacakki
- Çarpı işareti hocam o! dedi heycanla... Kahraman olacak ya... Yanlış da olsa radikal olmanın verdiği hazla hocaya döndü...

Sonra hoca üçümüze de baktı baktı ve şöyle dedi:
-
Akıllı oğullarım benim. Ben siz oturduğunuz yerden tahtayı görebiliyo musunuz diye soruyorum.. Niye ayağa kalkıp, yürüyüp bakıyosunuz?!

Cumartesi, Temmuz 01, 2006

Milkşeyk Vanilya...Evet, Hemen Geliyor..


Geçenlerde liseden bi kaç arkadaşımla buluştuk ve bi kafeye gittik... Kafeyi deşifre etmeyim hadi şimdi burdan da, çok sinirimi bozdular yaa...
Neyse ben aldım elime menüyü,garson kız geldi başımda bekliyo baktım portakal suyu yazıyo:
-Portakal suyu var mı? dedim
- Yok dedi
Menude enteresan şeyler vardı, baktım:
-Üzüm suyu var mı? dedim
-Yok kalmadı dedi
-Peki Milkşeyk var mı? dedim
-Hah! O var bak... dedi.. samimi de konusuyo, sırıtıyo şirin şirin falan...
İstersen ondan geitiriyim, neli seversin en çok? dedi
- Vanilyalı olsun o zaman dedim (artık burda ilişkiyi ilerlettik baya sanki :) )
(beraber içelim otur sen de mi deseydim naapsaydım.. bak hiç de aklıma gelmedi yaa...)

Yarım saat sonra bir milkşeyk geldi aabi... bildiğin "soğuk süt" :)))
Garson güzel kızdı da içtik ne geldiyse salak gibi...kızamadım da kıza şimdi..bi gülşümsüyo ki sormayın. Arkadaşları da görmüyodum uzun zamandır ii oldu bu buluşma işi... Dur ben yarın gene gideyim o kafeye.. :P

Çarşamba, Haziran 28, 2006

Kıllı Bilader ve Ehliyet Sınavı

Şu ehliyet sınavı olayı ne garip işliyo Türkiye'de yaa... Geçen bi arkadaşla konustuk da sınava yeni gircekmiş mi girmiş mi artık...
-Stajer sürücü mü olcaksınız siz şimdi? dedim
-Yoo.. dedi
Ya bize sistem değişcek diyolardı ama..siz ucuz kurtuldunuz, stajer sürücü olmayacaksınız diyolardı 2 sene önce.. E hani? hala aynı halt imiş uygulamadaki... Bildiğin kandırıldık ya! Üstelik ben aynı gün bi de Calculus sınavına girmiştim. Üniversteye yeni gelmişsin, hayatında ilk kez bi vizeye gireceksin, heycanlısın, zaten
hocan kıl bi adam... ve sen sınavın bi gece öncesinde ilk kez eline aldığın ehliyet kitabını açıp çalışmaya başlıyosun. Aklından türev ve optimizasyon soruları geçerken önündeki kitapta şöyle bi soruyla karşılaşıyosun:
Vites kırılırsa aşağıdakilerden hangisi olur?
A)Çalışmaz B)Yerine Yenisi takılır C)Yola devam edilir D)El freni vites gibi kullanılır
:))Yauu bişey derdim de neyse...
Sınav günü sabahtan gidip sınıfımı buldum oturdum. Kapı yanı, önden ikinci sıra. Önümde aygır gibi iri, kıllı bıyıklı bi genç... Kollarda jilet izleri. Döndü arkasını ve şöyle dedi:
- Bilader senin ilk yardımın iyi midir?
- Eee...i-i-..yii. (sabah sabah...tipi görünce şaşırdım bi de tırstım hayır da diyemedim)
- Hah! Tamam... Benim de motorum iyi..
- allaaağ şimdi s.çtık... (dedim ama bi kendim duydum.)
- NEY?!!
(anaaam...)
Adam yan yan oturdu bütün sınav ya..baktım olcak gibi diil..bitirdim hızlıca çıktım,napıyım... Toparlanırken de adam fısıldayarak:
- Kalkma lan..Lan kalkma...Kalktın mı?... Lan?!
Kağadı verdikten sonra adamın önünden geçerken yüzyüze gelmemek için çok çaba harcadım ama nası bi meraklıysam son anda bi gözgöze geliverdik...
ifade: yüzünü ezberliyorum bak bi daha karşılaşırsak s..tim belanı!
:)) Hala karşılaşmadık; ama umutluyum... :P

Pazar, Haziran 25, 2006

ZONK

Abim okula başladığı zamanlar, 6 yaşında başlamıştı kendileri, evde çok sıkılır olmustum... Okula gitmek istiyodum ben de. Ama yaşım küçükmüş henüz...öle diyolardı. O zamanlar Erzurum’daydık... aradan bir iki sene geçti...Edirne’ye taşındık; ama ben hala küçüktüm okula gitmek için.
Ben de abim gelinceye kadar bişeyler hazırlıyodum evde, o gelince de onları oynuyoduk beraber ;) O zamanlar televizyonda bi yarışma vardı, hatırlarsınız belki.. “SEÇ BAKALIM”: Erhan Yazıcığolu’nun kanal 6 da sunduğu maskeli baloya benzeyen bi yarışma... “Büyük kutu mu cebimdeki mi?” gibi garip sorular sorardı yarışmacılara..Hani seçilen perdenin arkası boşsa kızların ellerindeki kartonlarda ya da saman yığınlarının üzerine yerleştirilmiş kartonlarda “zonk” yazardı.İşte o yarışmanın benzerini yapmıstım bi keresinde evde..

Ranzanın arasına battaniyelerimizden sıkıştırmıştım. 3 tane perde düşünün üst yataktan alt yatağa sarkan..arkalarına da hediyeler falan yerleştirmiştim.. Birine de Zonk koymustum :) Neyse abim gelip oynamıştı da çok gülmüştük beraber.. Sonra o da bana final kısmını yapmıstı yarışmanın.. 3 tane zarf hazırlayıp komidinlerin çekmecesine sıkıştırmıştı. Fakat zarflardan sadece ikisi bir çekmeceye sığınca, o da son zarfı başka bi komidinin çekmecesine sıkıştırmıştı. Ben gelip seçmeye çalışırken söyle demiştim:
-Yaa ama sen ben seçebiliyim diye içinde araba olanı buraya ayırıp koymussuuun...
Sonra açıp bi baktım ki hakkaten “araba” o zarftaydı. Fakat bilmediğim bi şey vardı.. Aylar sonra öğrendiğim bişey:
Meğer üç zarfta da “araba” varmış... abim üçüne de “araba” koymus...üstelik sadece 8 yaşındaydı henüz... evet abim, abim benim...

Salı, Haziran 20, 2006

En Boktan Anım: Foseptik Çukuru

Hani benim sarı bi bisikletim var diyodum ya... İşte o bisikletle foseptik çukuruna balıklama atlayış yapmıştım ben zamanında.. :) Hani Hopdediks var ya şerbet kazanına düşmüş küçükken, sonra domuz gibi olmus hani.Evet ben de bok çukuruna düşmüştüm küçükken. Hem de çok sevdiğim sarı bisikletimle.

O yaz Marmara Ereğlisi’ndeki askeri tesislerde yapıyoduk tatilimizi. Abim ve ben de o yıl yeni alınmış bisikletlerimizi de götürelim istemiştik tatile. Götürmesine götürmüştük ama ikimiz de bisikletler yüzünden sakatlanmıştık o yaz. Zaten yeni yeni öğreniyoduk iki tekerlekli bisiklete binmeyi...

Tabi ben sürekli düştüğüm için bozulmustu benim bisiklet iiyce :) Benim bisikletin frenleri tutmadığı için: sağ ayağımı arka tekerlekle demir arasına sokup, öyle durduruyodum bisikleti. Annem de ayakkabılarım nası bu kadar çabuk eskiyo diye merak eder dururdu..Üstelik sadece sağ ayaktı çabuk eskiyen :) söyleyemezdim bi türlü...
-Anne şimdi fren olarak kullanıyorum da ben ayakkabımı biraz...ondan.

O gün de yokuş aşağı gidiyodum işte son sürat...ilerde yol aniden sola dönüyo..karşıda da foseptik çukuru var...Malum o hızda dönemedim. Bi çarptım kaldırım taşına...bisikletin arkası kalktı havaya, ben havada bisikletle beraber 2 salto, 3 parende atıp balıklama düştüm çukura... Sonrasını hayal meyal hatırlarım... Karaltı, sesler ve bok kokusu...

Bakıyorum gökyüzüne yattığım yerden nooluyo lan diye...Bi de bisiklet boyumdan büyük, kaldım altında kalkamıyorum..sonra ağbim gidip yardım çağarmış da kurtulmustum.
-Asker ağğbi asker ağğbi!!! Kardeşim bok çukuruna düştüüü!..

Pazartesi, Haziran 19, 2006

Arabanın Kaskosu..Hmm evet.


Geçen sene ehliyeti yeni aldığım zamanlarda... bir tatil günüydü sanırım. Sabah babamın daireyi aradım:
- Baba arabayla okula spora gidecektim de, gitsem mi ki? Hani...
- Yau..olum şimdi....nası olcak o iş?
- İşte bincem gitcem... Abime de lazım değilmiş..
-Hmmm..yau şimdi sen güveniyo musun kendine daha?
-Eveeet...
-De işte ben......de güveniyorum da...işte..
-Ya gideyim ya..bişey olmaz..Söz.
-Neyse arabanın KASKOSU var git bakalım... (ses tonu zamanla kısılmaktaydı,adeta bi hüzün kaplamıştı ortamı)
-Saol :)
(Dııııt dıııt dııt)

Sırt çantamı kaptığım gibi Fırladım bindim arabaya, başladım sürmeye.. Yolun ortalarıydı sanırım.. Şöle bi düşündüm de “Arabanın KASKOSU var git bakalım” demişti..
Ya adam direk gözden çıkardı arabayı ya...Tamam vuracak bu...kesin vuracak...neyse artık vursun bari...napalım...

Perşembe, Haziran 15, 2006

GASETLER GAÇA?

Lise-2'deydim sanırım. Dersaneden çıkmış, Yüksel Caddesi'nden otobüs durağına yürüyordum. Sıradan bi gün gibi duruyordu ilk bakışta... öğrencilerde arkadaşlarından düşük puan alma korkusu ya da dereceye girme tutkusu herzamanki gibi mevcuttu, eylemciler dizilmiş pankartlarını gösteriyorlardı, peçeteci çocuk aynı yerde yalvarıyodu insanlara, taksiler kırmızı ışıkta geçiyolardı, İşportacılar yerlerini almış, çekme kasetleri,kopya CDleri ya da tarihi geçmiş dergileri satma derdindeydiler yine. Bense bunları düşünerek yürüyordum kendi yolumda kulağımda tınılarla...Taa ki kaset satan işportacının önündeki yazıyı görene dek:
"~GASET SATIŞLARIMIZ BAŞLAMIŞTIR~"
Tabi ben de durur muyum, durmam... gittim adama şöle dedim:

-Abi Gassetler Gaça?
Adam ne dedi biliyo musunuz...hiç unutamıyorum yaa, ince bir ses tonuyla:

-Kasetlerimiz bir milyon Türk Lirasından başlıyor canım. Aradığınız bir şey var mıydı?
-Hıı......yoh-yohtu. (Afallamıştım resmen...)

Çarşamba, Haziran 14, 2006

Çekirdek Çitleme Yöntemi

Bi keresinde de yine gitmişiz böle misafirliğe... ben de çekirdek çitleyemiyorum o zamanlar. Evde yerken, önce bi ağzımla yarıp, sonra elimle, gayet kendi geliştirdiğim pratik yöntemlerle,açabiliyodum. Misafirliğe gittiğimiz o gün de nası acıkmışım ama anlatamam... Evin hanımı da bi kase çekirdek getirmiş önümüze, birer de çay koymuş oturuyo mal mal. Sıcak zaten çay, susamışsın içemiyosun...İsteyemiyosun da "Bi bardak su şeyetcektim de ben Nurgül Hanım Teyze de...öle hani biraz susamışım gibi geldi de bana azıcık,hani içsem mi ki bi..." nası istenir ki yaa. Ben hala çekinirim su istemeye az tanıdık bi aileyse misafirliğe gittiğin. Tabi suyu isteyemedim ama çekirdeği ağzımda çitliyo taklidini süper yapmıstım.
1-Önce umursamaz bi edayla bir tane çekirdek alınır.

2-Ağıza götürülür.
3-Çitler gibi yapılır; ama sadece ilk yarma darbesi verilir
4-Darbe başarıyla gerçekleştirildiyse çekirdek geri ağzıdan çıkarılıp kül tablasına yönlendirilir; ama atılmaz.
5-Yok darbe başarıyla gerçekleştirilemediyse çekirdek öylece çiğnenir.Nası olsa sonra çıkıyomuş arkadan.O gece öğrenmiştim bunu. :)
6-Çekirdek sehpanın altında hızlıca el yordamıyla açılıp, kabuk avuç içinde saklanarak yeni bir çekirdek alınır ele...ve böle sürüp gider :)

Biz Yemeyiz


Küçükken misafirliğe gidildiğinde oturursun ya ezik ezik öyle bi koltuğa... Abimle de ayrı yerlere oturmamaya gayret ederdik biz. İçeri girer girmez fırlar bi koltuk bulur yanyana otururduk. :) Böyle oldu mu daha bi kuvvetli hissediyo insan kendini. Hatta sıkıldın mı muabbet edebiliyosun fısır fısır. Ama gülme tuttu mu anlaki orda bittin. Kriz gelir. Neyse sonra evin hanımı gelir bişeyler ikram eder; önce çekinirsin almaya, sonra annene bakarsın,onay gelirse alırsın bi tane, ağbin de alır tabi...Kadın ama gitmez hemen genelde ve "Birer tane daha alır mısınız çocuklar?" sorusunu yöneltir. Tabi bu soru sana sorulmamıştır. Direk ağbiye sorulur, o büyük ya... Tabi o da artık büyümüş olmanın verdiği özgüvenle anneyle hiç iletişim kurma gereği duymadan: "Yok. Biz yemeyiz." der...
-Ulan belki ben yiicem!!!
(Tabi ağbim biz yemeyiz dedikten sonra da çıkıp "Evet ben yerim!" denmiyoki hayvan gibi... bildiğin yiyemediğinle kalıyosun öle sap gibi.)

Salı, Haziran 13, 2006

Peçete Dağıtma Fobim Var Sanırım...

Gene annemin gün yaptığı günlerden birinde henüz en saf olduğum yaşlarımdayken ben, artık ilkokul 1 mi 2 mi..neyse, odadan çıkıp mutfağa sıvışmayı başarmışım görünmeden kimseye. Tabağımda biten kurabiyelerden alacam tabağıma tam, annem olayın vahametinden habersiz bana mutfakta:
-Şu peçeteleri götürüp dağıtır mısın yavrum, noolur bak hatırım için! dedi

-OLMAAZ!
-
Hadi bak, kırma anneni..
-YA OLMAZ YAĞA!
-Olum hadi lütfen bak ellerim kirli benim noolur..
-Ya ama ya....
-
Oğluum. (ses tonundaki ciddileşme sezilmeyecek gibi değil ama)
-Ya ufff tamam VER!

İçeri gittim başladım dağıtmaya, bi kadına geldik. Tam peçeteyi koyacam önündeki sehpaya, bi de ne duyayım:
Ay ay...peçete de dağıtırmış. Evin kızı!
-NeeEEEA? :S
Nası bi kendimden geçtiysem bütün peçeteleri karının suratına fırlatmıştım var gücümle!
-HIYAAAAAAA!!! >:(
O gün bugündür peçete dağıtamıyorum kimseye... :) Lütfen istemeyin ya... Şöle suratının orta yerine geçiresim geliyo isteyenin...

GÜN

Çocukken en nefret ettiğim günler, annemin gün yaptığı günlerdi... (bu da nası bi cümle olduysa artık) Eve bi grup kadın gelir... Salonda pasta böreği götürürken bağara bağara konusurlar... taa odadan duyarsın seslerini ve özellikle iğrenç kahkahalarını...
Hani bi opet reklamı var ya “ONA DİĞİİİL BUUNA BİNELİİİM” diye baarıyo bi grup dövülesi çocuk. Aynı onlar gibi bağrarak saçma sapan şeyler konusan bu karı milletine, onlar gelmeden sokağa top oynamaya çıkamazsan, annenin yoğun ısrarlarının da etkisiyle hoşgeldiniz demeye çıkmak zorundasındır. Henüz iraden annenin ellerindedir çünkü. Kapıdan hoşgeldiniz dersin ama hemen üstüne atlayıp elleriyle suratını ittirme suretiyle ellerini öptüren bu insanlardan gelen “Ay nası da büyümüş! Bu küçüğü dimi Semoş?” sesleri salonda yankılanırken, hayattan nefret ettiğini bikez daha anlarsın. Hayır zaten içeri girip de insanların tabaklarının dolu ötesi olduğunu görünce, pastadan sana az kaldı diye yeterince üzülmüşsündür yani. Bak sinirlendim gene yaa.. Canım da pasta çekti, iyi mi? Nerden bulcam bu saatte ben pastayı şimdi?

O Oyuncak Bozuk...Onu Öyle Yapmışlar.

Ben küçükken, büyüyünce ne olacaksın diye sorduklarında "oyuncakçı" derdim. Böylece istediğim her oyuncakla istediğim kadar oynayabilirdim kimseyle paşlamama gerek kalmadan. İnsanın bi abisi varsa küçük yaştan öğreniyo paylaşmayı, bir şeyleri ortak kullanmayı...Zaten yiyosa paylaşma da(!) o konuya hiç girmeyelim. :)
Ya da sen henüz doğmadan kırılmış bir oyuncakla oynamayı öğreniyosun zamanla..Onu "öyle" belliyosun çünkü. insanlığın varoluşunu kabullendiğin gibi, o da kırık yaratılmış bir kamyon senin için senin küçük dünyanda.
Geçenlerde bi misafir geldi de, yeni çaktım bütün o oyuncakların önceden "biri" tarafından kırılmış olduğunu. Gelen ailenin küçük veletlerinin önüne boşalttık hala duran bütün eski oyuncaklarımızdan dandik olanları. Ötekileri de depoda saklıyoruz hala eheh. Neyse sonra çocuk eline büyük kırmızı kamyonu aldı ve bize dönüp şöyle dedi:

-Bu bozuk mu?
-Bozuk.
-Kim bozdu?
-Biiiz...
-Hanginiz?
(-Lan ne bilim hangimiz, bozulmus işte alla allaaa...) demedim tabi de. Düşünmedim de diil. Sonra bi baktım bu, o kamyon...
-Lan o bozuktu ki zaten dedim.
-Nası? dedi...
-Yani o bozuk...onu öle yapmışlar....
cümlenin sonlarına doğru kısılan sesimi duyunca birden bi şeyler çıt etti yüreğimde :P :) Yıllar sonra bir gerçeği farketmenin hazzı ve hayal kırıklığıyla sessizce odama çekildim ardından.

Racır Rabit

Şubat ayında anılarımı yazmaya başlamıştım ya.Şimdi bi anımı daha hatırladım şu şiiri görünce:

Her akşamüstü oyuncakçı
camekanından çocuk
ellerinin izlerini
siler...

Sunay Akın

Bizim semtte bi oyuncakçı vardı, vitrininde mükemmel oyuncakları olan...ya da bana mı öle geliyodu ne... Neyse.

Ama bi tanesi vardı ki...Vitrinde durduğu yerden gözlerimin içine bakıp, "beni aaaaal beni aaal" diyodu resmen. O oyuncakçının önünden her geçişimizde vitrine yapışır ona bakardım... Sonra da biçoğunuza da olduğunu umduğum "babam diye bi başkasının peşine takılıp yürümek ve tam elini tutmak için kafayı kaldırdığında başka bi suratla karşılaşıp tırsmak" durumunu yaşardım. Allahtan abi diye bişey var da"Sercaaan, sercaaan!" diye uyandırırdı beni trans halimden...
O oyuncak Roger Rabbit'ti, evet ve hiç unutmam, o zamanlar kiralanabilen Raksotek Video Kasetlerinden birinde izlemiştim filmini... Hey gidi racır...gözleri kopmuştu da başka bi oyuncağınkileri söküp ona yapıştırmıştım... ne günler yaa..nelerle uğraşıyomuşuz...şimdi yok mikroişlemci, yok devre analizi, bi gidin abi bi gidin ya...pofff

Saving. Please don't turn off your computer... :P

Var mı böle bi laf yaa... ben de kapatacaktım tam.. hay allah..

Abi yapmışsınız mükemmel bi oyun "Fable" adında tamam bravo ;ama seyvlerken bu mu denmeli yani... küfret daha ii be kardeşim. :) Saving World. Please don't turn off your computer.

Çarşamba, Mayıs 24, 2006

Dijital Sanat

Tamamen photoshop kullanarak sıfırdan yarattığım iki çalışma.

Şebnem Ferah - FluğPastıl
Şebnem Ferah - Gün Batarken

Cumartesi, Mayıs 13, 2006

Pilav Pişince...


Okuldan gelmişim karnım aç:

-Anne, yemek ne zaman olur?
-Pilav pişince...

Ya! nası bi cevap bu anlamıyorum ki...E peki Pilav ne zaman PİŞER!? Spesifik bişeyler söle yaa!...Saat diye bişey icat edilmiş... "pilav pişince"...nası bi sinir olduysam...baarmışım kadına...Doğal olarak şaşırdı tabi kadıncağız...


Bu arada yoğurt, pilav, bol tuz ve pul biber: bulamaç yapıyosun...mmMMmm...süper olur tavsiye ederim. Yanında da taze ekmek varsa offf...Anneme söliim de akşama pilav yapsın gene. ehehe...

Perşembe, Mayıs 11, 2006

Dil Çıkarmayı Bırakıp Küfretmeye Başladığım Gün ve Gıcık Abla Kişisi

İnsanlar küçükken birbirlerine kızarlarsa dil çıkarırlar dimi? Bu durum belli bi yaşıma kadar bu konuda gayet başarılı bulduğum ben kendimde de mevcuttu. Taaaa ki o lanetli güne kadar;

Ben ve çevremdeki diğer bütün çocukların en iyi kullandığı silah “dil”di o zamanlar. Büyüklere çıkarınca kızıyolardı belki ama, kız çocuklarına gösterirsen dilini, tartışmasız çok bozuluyolardı. Hatta bi tanesini bu yolla ağlattığımı biliyorum. Erkek çocuklar da o yaşlarda böle karşılıklı dil çıkarırlardı yumruk atmak yerine. Neyse, işte tam o çağlardayım ben de…bi gün bi ablam, adını hatırlayamasam da karşı cins olduğu aklımda yer etmiş bu büyüğüm, bana aynen şöyle dedi. “Bu dil çıkarmak ne demek biliyo musun? Pipimi görün pipimi… bakın benim pipim böyle, demek…” ve ben bu önermeyi duyunca çocukluğun verdiği saflığında da etkisiyle hemen inanmıştım ablaya. Hatta direk “bu güne kadar haybeye yaşamışız lan” moduna girmiştim. En iyi kullandığımız silah, saçma sapan, çok salak, hatta utanç verici bir anlama geliyomuş meğer. Şimdi bütün o karşılıklı dilleştiğim kız çocukları bunun anlamını biliyo muydu yani diye düşünmeye başlamış, utancımdan kızarmıştım resmen. Ve o lanetli gün, artık dil çıkarmak yerine, küfretmek çağına geldiğimi sezmeye başladığım anlar bütününü içeren gündü. Ne yazık!

Japoncacı

Japonca Hocam nası sevimli bir hocadır anlatamam size yaa.. Resimdeki o diil tabi de...

Çarşambaları gelse de “Japanese Basic 2” dersine girsem diye hevesle bekliyorum. Cem Yılmaz'ı izlerken daha az gülüyorum dersem yeridir. Kadın anime gibi...

Hele geçen sene birinci sınıftayken, daha ilk dersler, kadın şimdi örnek veriyo…Bütün örneklerde de Ali İhsan geçiyo.
Lan diyorum, Ali İhsan kim? Ahmet, Mehmet dese ya… Ne bu? Ali İhsan, Ali İhsan…Nerden öğrenmiş bu ismi? Sonradan, ilerleyen haftalarda anladım ki kadın meğer Ali-San (Ali Bey) diyomuş. :))))

http://84.44.114.44/show.asp?t=saeko+ohashi

Pazar, Mayıs 07, 2006

Photo Hunt


İki resim arasındaki 6 farkı bulun... :P

Salı, Nisan 11, 2006

Kalabalıktaki Yalnızlığımız


















Karanlıkta kaybolmuş şu kalabalığın arasındaki bu kamburu çıkmış soluk yüzlü, uyurgezer ben miyim? Ben miyim bu kameranın kadrajına sığamayıp zamansızlıkta kaybolmuş, siyah beyaz arkafonda yürümekten bıkmış korkak? Ben miyim durup yukarı bakarak hayatını sorgulayan aciz kul...Ya da bitek ben miyim hayret eden bu düzene? Bizlere dayatılan bütün bu şartlandırmalardan sıyrılıp dayanılmaz bir stres eşliğinde, anlamsız bir ifadeyle çevresini seyreden ben miyim? Durmadan hayatına acımasızca küfredenleri dinleyen, ışığın yerini görüp de kimseye söylemeyemeyen, kaçınılmaz toplumsal yazgılardan nefret etse de mutluluk ve erdemin sırrını yapmak zorunda olduğu şeyi sevmekte arayan bu oluşum ben miyim gerçekten? Kayalıklarda dalgalarla konuşan ya da martıların yakarışlarını duyan bi ben miyim? Ben miyim ulan bu insan geçinen canlı varlık..Canlı mıyım ben Tanrım ya, yoksa ölü müyüm... Kim bu insanlar, sen kimsin, canlı nedir, nerdeyiz biz, sen nerdesin? Yaşamak böyle mi yapılıyo?
Doğru mu gidiyoruz? Partial puan veriyo musun? :P
Amaç ne amaç, onu soruyom.

uff mutsuz olmak için o kadar çok nedenim var ki...

Cuma, Mart 31, 2006

Yaşam vs Ölüm

Saadettin Dedemi de kaybettikten sonra iyice düşünür oldum yaşam üzerine. Aslında tam da ölürken anlarmışız hayatta olduğumuzu. Nefes alıp verebildiğimiz için mutlu olmamız gerek bizim ya. Oysa...

Hatta şimdi kelebeklerin neden hiç durmadan etraflarına mutluluk saçtığını daha iyi anlıyorum ömürlerinin bir gün olduğunu düşününce. O yüzden tadını çıkarmak lazım dünyanın herşeye rağmen:
Bugün okuduğum haberlerden utansam da, güçlüler güçsüzleri hergün biraz daha ezse de, Afrikalı çocuklar açlıktan ölmek üzereyken, daha ölmeden yanlarında akbabalar belirse de, insanlar din ve ırk uğruna birbirlerini öldürse de, Bush gibi bi adam dünyayı yönetse de, dedem ölümüşse de, arkadaşlarımla kavga ettiysem de, o beni sevmese de, hergün sokaktaki o mendil satan çocuğu görmezden gelemesem de, satın aldığım her lokmada lokmayla beraber kazık yiyosam da; soğuk bedenimin üstümde yerkürenin ağırlığını hissetmeden önce biraz tad almalıyım hayattan. mutlu olmalıyım...

(Şubatta yazdığım bi iletimden alıntı:)
Mutluluk bir gece yüzünde hissettiğin esintidir. Tüylerini diken diken eden ürpertidir huzurlu olduğunda mutluluk. Ya da yorgunken içtiğin bir fincan kahvedir. Bir sorunun çözümünü bulduğundaki titreme hissidir ya da kendiliğinden uyanmaktır bir sabah...Gece yarısı üşüyen kolunu yorganın içine almaktır, ya da aşkını haykırmaktır sevdiğin kıza...Dostlarınla kafa çekmektir ya da hiç olmadık bir anda annene sarılmaktır mutluluk. Denizin dibinden kum çıkarmaktır, ya da sadece bebeksi bir gülümseyiştir tanımadığın bir yüzde. Coşkulu bir günaydındır söylenen ya da gondoldan inip kusmaktır lunaparkta. Mutluluk hayatın ta kendisidir aslında, finalden 40 alsanda gülebilmektir, Uykusuz da kalsan bir proje uğruna, o projeyi bitirebilmektir. Hayat güzeldir aslında, hayat güzeldir...