Bu metnin;ne kadar da "kayan yazı" olduğunu düşündüren bir görüntüsü var deil mi?....ama hayatta hiçbişey göründüğü gibi değildir......aslında... dikkatli bakarsanız bunun "kaymayan bir yazı" olduğunu göreceğinizi biliyor muydunuz?..............................................lütfen dikkatle bakmaya devam edin.................................................. ve bunun aslında kaymayan bir yazı olduğunu görün....................................................evet,simdi hep birlikte bakışlarımızı, tam olarak bu noktaya davet edelim.............................................................şimdi yavaş yavaş kaymayan bir yazıymış gibi gelmeye başladı deil mi?.................................birazdan bunun gerçekten de kaymayan bir yazı olduğunu siz de göreceksiniz............................................................................kaymayan bir yazı...............................:)))))).........

Çarşamba, Haziran 28, 2006

Kıllı Bilader ve Ehliyet Sınavı

Şu ehliyet sınavı olayı ne garip işliyo Türkiye'de yaa... Geçen bi arkadaşla konustuk da sınava yeni gircekmiş mi girmiş mi artık...
-Stajer sürücü mü olcaksınız siz şimdi? dedim
-Yoo.. dedi
Ya bize sistem değişcek diyolardı ama..siz ucuz kurtuldunuz, stajer sürücü olmayacaksınız diyolardı 2 sene önce.. E hani? hala aynı halt imiş uygulamadaki... Bildiğin kandırıldık ya! Üstelik ben aynı gün bi de Calculus sınavına girmiştim. Üniversteye yeni gelmişsin, hayatında ilk kez bi vizeye gireceksin, heycanlısın, zaten
hocan kıl bi adam... ve sen sınavın bi gece öncesinde ilk kez eline aldığın ehliyet kitabını açıp çalışmaya başlıyosun. Aklından türev ve optimizasyon soruları geçerken önündeki kitapta şöyle bi soruyla karşılaşıyosun:
Vites kırılırsa aşağıdakilerden hangisi olur?
A)Çalışmaz B)Yerine Yenisi takılır C)Yola devam edilir D)El freni vites gibi kullanılır
:))Yauu bişey derdim de neyse...
Sınav günü sabahtan gidip sınıfımı buldum oturdum. Kapı yanı, önden ikinci sıra. Önümde aygır gibi iri, kıllı bıyıklı bi genç... Kollarda jilet izleri. Döndü arkasını ve şöyle dedi:
- Bilader senin ilk yardımın iyi midir?
- Eee...i-i-..yii. (sabah sabah...tipi görünce şaşırdım bi de tırstım hayır da diyemedim)
- Hah! Tamam... Benim de motorum iyi..
- allaaağ şimdi s.çtık... (dedim ama bi kendim duydum.)
- NEY?!!
(anaaam...)
Adam yan yan oturdu bütün sınav ya..baktım olcak gibi diil..bitirdim hızlıca çıktım,napıyım... Toparlanırken de adam fısıldayarak:
- Kalkma lan..Lan kalkma...Kalktın mı?... Lan?!
Kağadı verdikten sonra adamın önünden geçerken yüzyüze gelmemek için çok çaba harcadım ama nası bi meraklıysam son anda bi gözgöze geliverdik...
ifade: yüzünü ezberliyorum bak bi daha karşılaşırsak s..tim belanı!
:)) Hala karşılaşmadık; ama umutluyum... :P

Pazar, Haziran 25, 2006

ZONK

Abim okula başladığı zamanlar, 6 yaşında başlamıştı kendileri, evde çok sıkılır olmustum... Okula gitmek istiyodum ben de. Ama yaşım küçükmüş henüz...öle diyolardı. O zamanlar Erzurum’daydık... aradan bir iki sene geçti...Edirne’ye taşındık; ama ben hala küçüktüm okula gitmek için.
Ben de abim gelinceye kadar bişeyler hazırlıyodum evde, o gelince de onları oynuyoduk beraber ;) O zamanlar televizyonda bi yarışma vardı, hatırlarsınız belki.. “SEÇ BAKALIM”: Erhan Yazıcığolu’nun kanal 6 da sunduğu maskeli baloya benzeyen bi yarışma... “Büyük kutu mu cebimdeki mi?” gibi garip sorular sorardı yarışmacılara..Hani seçilen perdenin arkası boşsa kızların ellerindeki kartonlarda ya da saman yığınlarının üzerine yerleştirilmiş kartonlarda “zonk” yazardı.İşte o yarışmanın benzerini yapmıstım bi keresinde evde..

Ranzanın arasına battaniyelerimizden sıkıştırmıştım. 3 tane perde düşünün üst yataktan alt yatağa sarkan..arkalarına da hediyeler falan yerleştirmiştim.. Birine de Zonk koymustum :) Neyse abim gelip oynamıştı da çok gülmüştük beraber.. Sonra o da bana final kısmını yapmıstı yarışmanın.. 3 tane zarf hazırlayıp komidinlerin çekmecesine sıkıştırmıştı. Fakat zarflardan sadece ikisi bir çekmeceye sığınca, o da son zarfı başka bi komidinin çekmecesine sıkıştırmıştı. Ben gelip seçmeye çalışırken söyle demiştim:
-Yaa ama sen ben seçebiliyim diye içinde araba olanı buraya ayırıp koymussuuun...
Sonra açıp bi baktım ki hakkaten “araba” o zarftaydı. Fakat bilmediğim bi şey vardı.. Aylar sonra öğrendiğim bişey:
Meğer üç zarfta da “araba” varmış... abim üçüne de “araba” koymus...üstelik sadece 8 yaşındaydı henüz... evet abim, abim benim...

Salı, Haziran 20, 2006

En Boktan Anım: Foseptik Çukuru

Hani benim sarı bi bisikletim var diyodum ya... İşte o bisikletle foseptik çukuruna balıklama atlayış yapmıştım ben zamanında.. :) Hani Hopdediks var ya şerbet kazanına düşmüş küçükken, sonra domuz gibi olmus hani.Evet ben de bok çukuruna düşmüştüm küçükken. Hem de çok sevdiğim sarı bisikletimle.

O yaz Marmara Ereğlisi’ndeki askeri tesislerde yapıyoduk tatilimizi. Abim ve ben de o yıl yeni alınmış bisikletlerimizi de götürelim istemiştik tatile. Götürmesine götürmüştük ama ikimiz de bisikletler yüzünden sakatlanmıştık o yaz. Zaten yeni yeni öğreniyoduk iki tekerlekli bisiklete binmeyi...

Tabi ben sürekli düştüğüm için bozulmustu benim bisiklet iiyce :) Benim bisikletin frenleri tutmadığı için: sağ ayağımı arka tekerlekle demir arasına sokup, öyle durduruyodum bisikleti. Annem de ayakkabılarım nası bu kadar çabuk eskiyo diye merak eder dururdu..Üstelik sadece sağ ayaktı çabuk eskiyen :) söyleyemezdim bi türlü...
-Anne şimdi fren olarak kullanıyorum da ben ayakkabımı biraz...ondan.

O gün de yokuş aşağı gidiyodum işte son sürat...ilerde yol aniden sola dönüyo..karşıda da foseptik çukuru var...Malum o hızda dönemedim. Bi çarptım kaldırım taşına...bisikletin arkası kalktı havaya, ben havada bisikletle beraber 2 salto, 3 parende atıp balıklama düştüm çukura... Sonrasını hayal meyal hatırlarım... Karaltı, sesler ve bok kokusu...

Bakıyorum gökyüzüne yattığım yerden nooluyo lan diye...Bi de bisiklet boyumdan büyük, kaldım altında kalkamıyorum..sonra ağbim gidip yardım çağarmış da kurtulmustum.
-Asker ağğbi asker ağğbi!!! Kardeşim bok çukuruna düştüüü!..

Pazartesi, Haziran 19, 2006

Arabanın Kaskosu..Hmm evet.


Geçen sene ehliyeti yeni aldığım zamanlarda... bir tatil günüydü sanırım. Sabah babamın daireyi aradım:
- Baba arabayla okula spora gidecektim de, gitsem mi ki? Hani...
- Yau..olum şimdi....nası olcak o iş?
- İşte bincem gitcem... Abime de lazım değilmiş..
-Hmmm..yau şimdi sen güveniyo musun kendine daha?
-Eveeet...
-De işte ben......de güveniyorum da...işte..
-Ya gideyim ya..bişey olmaz..Söz.
-Neyse arabanın KASKOSU var git bakalım... (ses tonu zamanla kısılmaktaydı,adeta bi hüzün kaplamıştı ortamı)
-Saol :)
(Dııııt dıııt dııt)

Sırt çantamı kaptığım gibi Fırladım bindim arabaya, başladım sürmeye.. Yolun ortalarıydı sanırım.. Şöle bi düşündüm de “Arabanın KASKOSU var git bakalım” demişti..
Ya adam direk gözden çıkardı arabayı ya...Tamam vuracak bu...kesin vuracak...neyse artık vursun bari...napalım...

Perşembe, Haziran 15, 2006

GASETLER GAÇA?

Lise-2'deydim sanırım. Dersaneden çıkmış, Yüksel Caddesi'nden otobüs durağına yürüyordum. Sıradan bi gün gibi duruyordu ilk bakışta... öğrencilerde arkadaşlarından düşük puan alma korkusu ya da dereceye girme tutkusu herzamanki gibi mevcuttu, eylemciler dizilmiş pankartlarını gösteriyorlardı, peçeteci çocuk aynı yerde yalvarıyodu insanlara, taksiler kırmızı ışıkta geçiyolardı, İşportacılar yerlerini almış, çekme kasetleri,kopya CDleri ya da tarihi geçmiş dergileri satma derdindeydiler yine. Bense bunları düşünerek yürüyordum kendi yolumda kulağımda tınılarla...Taa ki kaset satan işportacının önündeki yazıyı görene dek:
"~GASET SATIŞLARIMIZ BAŞLAMIŞTIR~"
Tabi ben de durur muyum, durmam... gittim adama şöle dedim:

-Abi Gassetler Gaça?
Adam ne dedi biliyo musunuz...hiç unutamıyorum yaa, ince bir ses tonuyla:

-Kasetlerimiz bir milyon Türk Lirasından başlıyor canım. Aradığınız bir şey var mıydı?
-Hıı......yoh-yohtu. (Afallamıştım resmen...)

Çarşamba, Haziran 14, 2006

Çekirdek Çitleme Yöntemi

Bi keresinde de yine gitmişiz böle misafirliğe... ben de çekirdek çitleyemiyorum o zamanlar. Evde yerken, önce bi ağzımla yarıp, sonra elimle, gayet kendi geliştirdiğim pratik yöntemlerle,açabiliyodum. Misafirliğe gittiğimiz o gün de nası acıkmışım ama anlatamam... Evin hanımı da bi kase çekirdek getirmiş önümüze, birer de çay koymuş oturuyo mal mal. Sıcak zaten çay, susamışsın içemiyosun...İsteyemiyosun da "Bi bardak su şeyetcektim de ben Nurgül Hanım Teyze de...öle hani biraz susamışım gibi geldi de bana azıcık,hani içsem mi ki bi..." nası istenir ki yaa. Ben hala çekinirim su istemeye az tanıdık bi aileyse misafirliğe gittiğin. Tabi suyu isteyemedim ama çekirdeği ağzımda çitliyo taklidini süper yapmıstım.
1-Önce umursamaz bi edayla bir tane çekirdek alınır.

2-Ağıza götürülür.
3-Çitler gibi yapılır; ama sadece ilk yarma darbesi verilir
4-Darbe başarıyla gerçekleştirildiyse çekirdek geri ağzıdan çıkarılıp kül tablasına yönlendirilir; ama atılmaz.
5-Yok darbe başarıyla gerçekleştirilemediyse çekirdek öylece çiğnenir.Nası olsa sonra çıkıyomuş arkadan.O gece öğrenmiştim bunu. :)
6-Çekirdek sehpanın altında hızlıca el yordamıyla açılıp, kabuk avuç içinde saklanarak yeni bir çekirdek alınır ele...ve böle sürüp gider :)

Biz Yemeyiz


Küçükken misafirliğe gidildiğinde oturursun ya ezik ezik öyle bi koltuğa... Abimle de ayrı yerlere oturmamaya gayret ederdik biz. İçeri girer girmez fırlar bi koltuk bulur yanyana otururduk. :) Böyle oldu mu daha bi kuvvetli hissediyo insan kendini. Hatta sıkıldın mı muabbet edebiliyosun fısır fısır. Ama gülme tuttu mu anlaki orda bittin. Kriz gelir. Neyse sonra evin hanımı gelir bişeyler ikram eder; önce çekinirsin almaya, sonra annene bakarsın,onay gelirse alırsın bi tane, ağbin de alır tabi...Kadın ama gitmez hemen genelde ve "Birer tane daha alır mısınız çocuklar?" sorusunu yöneltir. Tabi bu soru sana sorulmamıştır. Direk ağbiye sorulur, o büyük ya... Tabi o da artık büyümüş olmanın verdiği özgüvenle anneyle hiç iletişim kurma gereği duymadan: "Yok. Biz yemeyiz." der...
-Ulan belki ben yiicem!!!
(Tabi ağbim biz yemeyiz dedikten sonra da çıkıp "Evet ben yerim!" denmiyoki hayvan gibi... bildiğin yiyemediğinle kalıyosun öle sap gibi.)

Salı, Haziran 13, 2006

Peçete Dağıtma Fobim Var Sanırım...

Gene annemin gün yaptığı günlerden birinde henüz en saf olduğum yaşlarımdayken ben, artık ilkokul 1 mi 2 mi..neyse, odadan çıkıp mutfağa sıvışmayı başarmışım görünmeden kimseye. Tabağımda biten kurabiyelerden alacam tabağıma tam, annem olayın vahametinden habersiz bana mutfakta:
-Şu peçeteleri götürüp dağıtır mısın yavrum, noolur bak hatırım için! dedi

-OLMAAZ!
-
Hadi bak, kırma anneni..
-YA OLMAZ YAĞA!
-Olum hadi lütfen bak ellerim kirli benim noolur..
-Ya ama ya....
-
Oğluum. (ses tonundaki ciddileşme sezilmeyecek gibi değil ama)
-Ya ufff tamam VER!

İçeri gittim başladım dağıtmaya, bi kadına geldik. Tam peçeteyi koyacam önündeki sehpaya, bi de ne duyayım:
Ay ay...peçete de dağıtırmış. Evin kızı!
-NeeEEEA? :S
Nası bi kendimden geçtiysem bütün peçeteleri karının suratına fırlatmıştım var gücümle!
-HIYAAAAAAA!!! >:(
O gün bugündür peçete dağıtamıyorum kimseye... :) Lütfen istemeyin ya... Şöle suratının orta yerine geçiresim geliyo isteyenin...

GÜN

Çocukken en nefret ettiğim günler, annemin gün yaptığı günlerdi... (bu da nası bi cümle olduysa artık) Eve bi grup kadın gelir... Salonda pasta böreği götürürken bağara bağara konusurlar... taa odadan duyarsın seslerini ve özellikle iğrenç kahkahalarını...
Hani bi opet reklamı var ya “ONA DİĞİİİL BUUNA BİNELİİİM” diye baarıyo bi grup dövülesi çocuk. Aynı onlar gibi bağrarak saçma sapan şeyler konusan bu karı milletine, onlar gelmeden sokağa top oynamaya çıkamazsan, annenin yoğun ısrarlarının da etkisiyle hoşgeldiniz demeye çıkmak zorundasındır. Henüz iraden annenin ellerindedir çünkü. Kapıdan hoşgeldiniz dersin ama hemen üstüne atlayıp elleriyle suratını ittirme suretiyle ellerini öptüren bu insanlardan gelen “Ay nası da büyümüş! Bu küçüğü dimi Semoş?” sesleri salonda yankılanırken, hayattan nefret ettiğini bikez daha anlarsın. Hayır zaten içeri girip de insanların tabaklarının dolu ötesi olduğunu görünce, pastadan sana az kaldı diye yeterince üzülmüşsündür yani. Bak sinirlendim gene yaa.. Canım da pasta çekti, iyi mi? Nerden bulcam bu saatte ben pastayı şimdi?

O Oyuncak Bozuk...Onu Öyle Yapmışlar.

Ben küçükken, büyüyünce ne olacaksın diye sorduklarında "oyuncakçı" derdim. Böylece istediğim her oyuncakla istediğim kadar oynayabilirdim kimseyle paşlamama gerek kalmadan. İnsanın bi abisi varsa küçük yaştan öğreniyo paylaşmayı, bir şeyleri ortak kullanmayı...Zaten yiyosa paylaşma da(!) o konuya hiç girmeyelim. :)
Ya da sen henüz doğmadan kırılmış bir oyuncakla oynamayı öğreniyosun zamanla..Onu "öyle" belliyosun çünkü. insanlığın varoluşunu kabullendiğin gibi, o da kırık yaratılmış bir kamyon senin için senin küçük dünyanda.
Geçenlerde bi misafir geldi de, yeni çaktım bütün o oyuncakların önceden "biri" tarafından kırılmış olduğunu. Gelen ailenin küçük veletlerinin önüne boşalttık hala duran bütün eski oyuncaklarımızdan dandik olanları. Ötekileri de depoda saklıyoruz hala eheh. Neyse sonra çocuk eline büyük kırmızı kamyonu aldı ve bize dönüp şöyle dedi:

-Bu bozuk mu?
-Bozuk.
-Kim bozdu?
-Biiiz...
-Hanginiz?
(-Lan ne bilim hangimiz, bozulmus işte alla allaaa...) demedim tabi de. Düşünmedim de diil. Sonra bi baktım bu, o kamyon...
-Lan o bozuktu ki zaten dedim.
-Nası? dedi...
-Yani o bozuk...onu öle yapmışlar....
cümlenin sonlarına doğru kısılan sesimi duyunca birden bi şeyler çıt etti yüreğimde :P :) Yıllar sonra bir gerçeği farketmenin hazzı ve hayal kırıklığıyla sessizce odama çekildim ardından.

Racır Rabit

Şubat ayında anılarımı yazmaya başlamıştım ya.Şimdi bi anımı daha hatırladım şu şiiri görünce:

Her akşamüstü oyuncakçı
camekanından çocuk
ellerinin izlerini
siler...

Sunay Akın

Bizim semtte bi oyuncakçı vardı, vitrininde mükemmel oyuncakları olan...ya da bana mı öle geliyodu ne... Neyse.

Ama bi tanesi vardı ki...Vitrinde durduğu yerden gözlerimin içine bakıp, "beni aaaaal beni aaal" diyodu resmen. O oyuncakçının önünden her geçişimizde vitrine yapışır ona bakardım... Sonra da biçoğunuza da olduğunu umduğum "babam diye bi başkasının peşine takılıp yürümek ve tam elini tutmak için kafayı kaldırdığında başka bi suratla karşılaşıp tırsmak" durumunu yaşardım. Allahtan abi diye bişey var da"Sercaaan, sercaaan!" diye uyandırırdı beni trans halimden...
O oyuncak Roger Rabbit'ti, evet ve hiç unutmam, o zamanlar kiralanabilen Raksotek Video Kasetlerinden birinde izlemiştim filmini... Hey gidi racır...gözleri kopmuştu da başka bi oyuncağınkileri söküp ona yapıştırmıştım... ne günler yaa..nelerle uğraşıyomuşuz...şimdi yok mikroişlemci, yok devre analizi, bi gidin abi bi gidin ya...pofff

Saving. Please don't turn off your computer... :P

Var mı böle bi laf yaa... ben de kapatacaktım tam.. hay allah..

Abi yapmışsınız mükemmel bi oyun "Fable" adında tamam bravo ;ama seyvlerken bu mu denmeli yani... küfret daha ii be kardeşim. :) Saving World. Please don't turn off your computer.