Bu metnin;ne kadar da "kayan yazı" olduğunu düşündüren bir görüntüsü var deil mi?....ama hayatta hiçbişey göründüğü gibi değildir......aslında... dikkatli bakarsanız bunun "kaymayan bir yazı" olduğunu göreceğinizi biliyor muydunuz?..............................................lütfen dikkatle bakmaya devam edin.................................................. ve bunun aslında kaymayan bir yazı olduğunu görün....................................................evet,simdi hep birlikte bakışlarımızı, tam olarak bu noktaya davet edelim.............................................................şimdi yavaş yavaş kaymayan bir yazıymış gibi gelmeye başladı deil mi?.................................birazdan bunun gerçekten de kaymayan bir yazı olduğunu siz de göreceksiniz............................................................................kaymayan bir yazı...............................:)))))).........

Pazar, Ekim 28, 2007

Bi İlhan İrem vardı... N'ooldu ona?

Geçen bi şarkıya ilişti kulağım istemeden: “…ağzımda bal gibi tatlı bir türkü…bir iner bir çıkarım bu yokuşu.."diye gidiyo. Ses çok tanıdık ama bi türlü çıkaramadım sahibini. Bunun çok daha öncesinde, bu kızılayda herkesin polat ve memati gibi yürüdüğü dönemlerde, işte bigün gaste okuyorum; en arka sayfada bi resim var Tuba Özay’ın. …"ıyk" dedim çevirdim sayfayı spor haberlerine baktım: “Beşiktaş, anlaşmaya vardığı Brezilyalı oyuncu Nobre ile sözleşme imzalarken, bu oyuncuyu, bonservisiyle transfer etti.” Neyse Fener de Ronaldinho’yu alır artık dedim. :P Yüzümdeki sırıtma tam kaybolurken açtım Güneri Civaoğlunu okudum ne yazmış gündemle ilgili die… Gasteyi sondan başa okuyanlardanım ben de… napiim :)
Sonraları bi sohbet esnasında Bi-arkadaş:
-Ya eskiden bi Haluk Levent vardı n’ooldu ona?
deyince “aha dedim ses sahibini buldu..” Sonradan öğrendim ki şarkı da Ezginin Günlüğü’nünmüş.
Bir-diğer-arkadaş da:
-Fener’in PSV’yle berabere kalması ii olmadı yaa yenseydik keşke dedi. Konu Fenerden açılınca Bi-arkadaş:
- Bi Tuncay vardı n’ooldu ona?
Dedi. O öle deyince “Ya…” dedim “Tuncay Şanlı aynı Tuba Özay’a benziyor
Bir-diğer-arkadaş da:
-Facebook’ta Tuncay Şanlıyı Tuba Özay’a benzetenler grubuvar dedi.
Sonra bi-arkadaş:
-Nobre'yi de aldık Fenerden enayi gibi bi işe yaramadı… deyince
Ya…” dedim içimden “Nobre de aynı Haluk Levent’e benziyor
Sonra bi-diğer-arkadaş:
- Olum bütün süper kahramanlar dönüyo. Batman returns, Superman returns. Dönmeyen harbi delikanlı süper kahraman istiyorum ben artık
dedi. O öle deyince. Bi-arkadaş da:
-Yaa Batman’de Jack Nicholson vardı bi tane… N’ooldu ona?
dedi. Sonra bi-diğer-arkadaş:
-The Departed da oynadı en son.. Çocukluğunda büyükannesini annesi, annesini ise büyük ablası sanıyomuş adam.
deyince:
Ya…” dedim içimden “Jack Nicholson da aynı Güneri Civaoğlu’na benziyor
Sonra bir-arkadaş:
-Olum ben mezun olacak öğrenci formunu doldurmadım daha süresi geçmedi dimi onun?
Dedi… Bir-diğer-arkadaş da:
-Ooo artık herkes James Bond gibi giyinir gelir mezuniyete dedi.
Ya…” dedim içimden “James Bond da aynı Memati’ye benziyor
Sonra konu şu son zamanlardaki milliyetçilikten ve sınır ötesi operasyondan açılınca “Ne mutlu Türküm diyene!” sözünden esinlenmiş olacak ki bi-arkdaş:
-Ya bi Elvan Abeylegesse vardı n’ooldu ona? dedi. Bi-diğer-arkadaş da:
- Kim ha böyle gezse?? dedi :))

Ya…” dedim içimden “Elvan da aynı Ronaldinho’ya benziyor

Perşembe, Ekim 25, 2007

Melankoli...

Sonbahar geldi de geçiyor bile... Sararıp dökülen kurumuş yapraklara dönmüştüm ya.. Ezmeyi öğrendim ben... çatur çutur eziyorum artık onları... Parça parça olmadan önce çıkardıkları haykırışın tınısı hoşuma gidiyo... Bi tek ben duyuyorum seslerini... çektikleri acıyı ben biliyorum. Gözyaşlarım mı? Ooo onlar çoktan buharlaştı... soluyorum şimdilerde buharlaşan gözyaşlarımı... Evet hala aynı müzikleri dinliyorum, hala... ama artık daha çok anlıyorum sözlerin demek istediklerini... dinlerken hissettiklerim bunlar değildi ki... Değiştim biraz sanırım... Saçlarım mı? Kestirdim onları da kurtuldum be abi... Berber çırağından da rica ettim, süpürdü anılarımı da saçlarımla beraber... sağolsun. Yüzüm daha çok gülüyor artık...

Cumartesi, Ekim 20, 2007

Evet yanlış duymadınız 3 yıldır gözüm gibi baktığım saçlarımı kestirdim !!!

Saçlarımı kısa kestirme kararımda; babamın kel kalacağıma dair söylemlerinin, cep telefonumun çalar saatinin “ertele” fonksiyonu tadındaki periyodik uyarılara dönüşüp durmadan devam etmesinin en büyük etken olduğu söylenebilir. - ki kendi saçları gayet kellik kavramından uzak bir oluşum sergileyen babam, beyin yıkama konusunda Orwell’ın Büyük Birader’inden daha yeteneklidir. :)
Evden çıkarken gayet kendinden emin olan ben, berbere varınca nasıl oldu da bir anda o kadar pıstım anlamıyorum hala…
-Tamam kestirecem! Artık eminim!
diye diye gittim; ama nası olduysa o berber koltuğuna oturmamla “acaba kestirmesem mi ki?” fikrinin bütün beyinsel fonksiyonlarıma obstrüksiyon uygulaması bir oldu. Fakat berberden gelen son “Emin misin?” sorusunun cevabı tabi ki “evet!” olarak çıktı ağzımdan hiçbir nöronum çalışamamaktaymışçasına...
Şimdi adam başladı kesmeye…gayet kendinden emin bi tavırla kesiyo falan…bi ara bişeyler getirmeye 2 dakka içeri gitti. Benim surat aynen şöyleydi; ama abartmıyorum:
Berber işini bitirdikten sonra ise nasıl olduysa şu moda girdim:
-Güzel oldu lan sanki! Dur bakayım… evet evet güzel oldu… bakayım…evet evet…tamam.

Yeni halime alışamamış olmamdan kaynaklanan ruhsal denge bütünsüzlüğüm hareketlerime de yansımış olacak ki berberden çıkıp yolda giderken her stratejik noktada kendime baktım. Yürürken araba camlarından sürekli kendine bakan bi tipe dönüşmüşüm farkında değilim. Böle D&R’ a girdik yürüyen merdivende tavandaki aynadan kendime bakıyorum falan…
Bu zor günümde berberde beni yalnız bırakmayan ağbime sonsuz teşekkürü borç bilmekle beraber saçlarım kesilirken zırt pırt aynadan bana bakmayıp beni güldürmediği için de ayrıca minnetarım. :P