Uykum geldiğinde birini özlediğimde ya da çok üşüdüğümde bilinçaltımdan gelen sesler yatağımın rahatlığını ve sıcaklığını hatırlatır bana… O yorganın altında huzurlu olduğumu hatırlarım, uykusuz kaldığım ve nefret soluduğum geceler gelmez nedense aklıma… Sonra o karanlık anıların aklıma gelmediğini getiririm aklıma aynı az önce yaptığım gibi. Ağzımdaki çikolata tadı ekşimeye başlar zamanla. Şu noktada bir film olsa hayat, fonda çalması beklenen müzik barizdir.
“…Hayat o kadar zor mu? Atılır mıyız oyundan benzemezsek onlara?...”
Durup dinlerken sen, çevrendekiler: “Kurnaz ve güçlü olan materyalist yaklaşımlar kazanırken oyunu, karşısındakine değer veren, hümanist bakışlar psikologların cebini doldurmaktan başka bi işe yaramıyor bu oyunda” diyolar. Mutsuz oluyosun. Keyfin yerine gelsin diye yatağına dönüyosun umutla… Fakat yastığın sert, yorganın soğuk geliyo artık sinirden ısınmış beynine. Tavanın hala beyaz olduğunu fark ettiğin an, umutla yukarı uzanıyor kolların. Tam da o anda pusuda bekleyen yay sırtında hissettiriyor kendini. Kollarını indirirken bu yatağın artık çok fazla şeye şahit olduğunu ve hesabının kesilmesi gerektiğini düşlüyosun sonra…”Depoya atın bunu! Ne ekmek ne de su verin!” diye haykırıyosun sessizce... ve mizah anlayışının hala yerinde oluşunu fark etmen tam da o ana tekabül ediyo. Hayır sen onlara benzemiyorsun. Benzemesen de en az onlar kadar varsın bu oyunda!